728 x 90

Sivil Toplum da Ne Oluyor?

Sivil Toplum da Ne Oluyor?

Sivil Toplum da Ne Oluyor?

‘Sivil Toplum’ kavramı bu topraklara ait bir kavram değildir. Batının kendi sosyolojik macerasının ortaya çıkardığı bir olgudur. Tıpkı demokrasi, seçim, siyasi parti, katılım, birey vb. gibi. Her ne kadar zamanla toplumsal bünyemizde karşılıkları oluşturulmaya çalışılmış olsa bile bu kavramlar doğdukları toplumlardaki gibi bizde işlev görmemiştir, görmemektedir. Şaşırmamak lazım. Zira bizim sosyolojik gelişimimizde bu kavramların karşılıkları yoktur, diğer bir deyişle bedelleri ödenmemiştir. Bu kavramların alınışını ister Batı medeniyetinin üzerimizdeki hâkimiyeti, ister kendi medeniyet kodlarımızın ihmal edilişi olarak görelim, sonuç değişmemektedir.

Batı’da egemen güçlere karşı verilen mücadelenin öznesi hiç şüphesiz bireydir. Haklarının gaspına karşı yeri geldiğinde canı pahasına direnç gösteren ve o oranda sorumluluklarının farkında olan birey. Bu bireylerin kolektif iradesinin yönetime yansıması ise Demokrasi. Biz de ise bu anlamda bir bireyden ve bu bireylerin şekillendirdiği demokratik yapı ve işleyişten bahsetmek hali hazırda bile mümkün değildir. 1950’li yıllarla birlikte yukarıdan aşağıya doğru bir lütuf kabilinden verilen hakları demokrasinin gelişmesi, bireyin siyasal yaşamı belirlemesi olarak görmek oldukça iyimser bir yaklaşımdır.

Sivil toplum kavramı için de durum farklı değildir. Nasıl ki haklarının farkında, sorumluluklarının bilincinde olmayan bireyler demokrasiyi işlevsizleştirirler, özgür düşünme yetisini kullan/a/mayan bireyler de sivil toplumu oluşturamazlar. Türkiye’de bu içerikte bir sivil toplum bilincinden ve bu anlayışa dayalı sivil toplum kuruluşlarının varlığından bahsetmek oldukça iddialıdır. Şeklen var olanlar ise merkezî yapının nimetlerinden faydalanmak isteyen siyasi, sosyal, dini organizasyonların ve bu yapılarla doğrudan veya dolaylı bağlantılı olan okur-yazar takımının manivela kavramıdır. Bunlar için sivil toplum, sivil toplum kuruluşu (STK) gibi nitele/ndir/meler dünden bugüne merkeze karşı yürütülen mücadeleyi kolaylaştırdığı ve meşrulaştırdığı nispette can simididir.

İktidarın siyasi merkezde toplandığı, toplumsal kaynakların ise yöneticilerce ulufe gibi kullanıldığı bir ortamda, Batılı anlamda bireyin baskın olduğu ve eleştiri hürriyetinin sonuna kadar kullanıldığı STK’ların oluşmasını beklemek olsa olsa güzel bir fantezi olabilirdi. Nitekim öyle de oldu. İsimleri ve işlevleri farklı, işleyişleri ise tıpa tıp aynı olan dini, siyasi, sosyal, kültürel birçok kurum/kuruluş sözüm ona STK adı altında pıtırak gibi çoğaldı. Bunlardan özellikle dini mahiyette olanları “Cemaat” kavramı altında yapılanırken bir kısmı da siyasi parti, vakıf, dernek şeklindeki tüzel kişilikleriyle oluşturuldu. Zamanla bunların tamamına yakını kendilerinin gerçek bir STK olduklarını kanıksadılar. Kanıksadılar ama bir kez dahi olsun bu kavramın içeriğine uygun bir çalışma tarzları olup-olmadıklarını sorgulamadılar. Sorgulamaya kalkanları da hain (?!) sıfatıyla yapının dışına atmayı çok güzel başardılar.

Aslında bu sorgulama için, sivil toplum bilincine de gerek yoktu. Bu kuruluşların fikri istikametini belirleyen ana unsurun İslamiyet olduğu gerçeği hatırlanacak olursa (Çoğunluğunun beyanları bu yönde olduğu için) İslamiyet’in referanslarından hareketle de pekâlâ bu muhasebe/sorgulama yapılabilirdi. Uzunca bir süre çevrede sıkışmanın ve bir an önce siyasi merkezde rol üstlenerek devleti arzu edilen hale dönüştürme arzusunun bunu ötelediği düşünülebilecek olsa bile, İslami kaynakların ihmal edilmesinin ve bunların aksine bir yönetim kültürü oluşturulmasının yanlış olduğu düşünülmeli değil midir?

Aklı kullanmanın ve düşünmenin önemine vurgu yapan Kur’an hükümlerinin yanı sıra Hazreti Peygamberin, sahabenin, “Ey Allah’ın Resulü, şayet bu söylediğiniz vahiy değilse bu konuda bizim de görüşlerimiz var” mealindeki yaklaşımına iltifatı ayan-beyan ortadayken, bu yapıların resmi olan ya da olmayan üyelerini silikleştirmeleri/kişiliksizleştirmeleri ve zihinlerini neredeyse dumura uğratmaları üzerinde durulmamalı mıdır?

Hangi düzeyde olursa olsun insanın (Peygamber gelmeyeceği imani bir hakikat olduğuna göre) şu veya bu sebeple nefsine mağlup olabileceği gerçeği ortadadır. Merkeze oturan/oturtulan şahsiyetin her söylediğinde/yaptığında bir keramet aramak, “Şeyh uçmaz mürit uçurur” sözünde olduğu üzere itibar edilene olağanüstü güçler atfetmek günümüz Müslümanının en temel açmazıdır. Yapıları yönetme kolaylığı sağlaması bakımından merkezde olanların bu duruma sukutu kadar; çevredekilerin, aidiyet gereği sorumluluktan kaçmaları veya tembellikleri nedeniyle merkezde olana ölçüsüzce sadakatleri de kabul edilebilir değildir.

Bahse konu yapılar selim bir akılla tahlil edildiğinde işleyişlerindeki çarpıklık açıkça görülecektir. Görülecektir ki hem sivil toplum anlayışı hem de dini referanslar bu yapılarca istismar edilmektedir. Müslüman artık bu bilince varmalıdır. Geçmişte ve yakın tarihte yaşananların ışığında yetki ve sorumluluklarını öğrenmeli ve bunları hayata geçirme iradesini ortaya koyarak istismar edilmeye son vermelidir. Bugün ihmal edeceklerinin bedelini yarın çok ağır ödeyeceğini hiçbir zaman unutmamalıdır.

Recep TEMEL
ADMINISTRATOR
PROFILE