728 x 90

Senin mi ki İstiyorsun, Benim mi ki Vereyim!

Senin mi ki İstiyorsun, Benim mi ki Vereyim!

Senin mi ki İstiyorsun, Benim mi ki Vereyim!

“Hocam verseniz ne olur?” ifadesi bir tiyatro repliğinden[i] alınma değildir. Öğrencilik yapan herkesin aşina olduğu, özellikle de aldıkları bir dersten başarılı bulunmayan öğrencilerin sıklıkla sarf ettikleri bir cümledir bu.

Bu cümleyle öğrenci ne istemektedir ve hoca ne verecektir? Öğrenci ile öğretmen arasındaki ilişki üç aşağı beş yukarı herkesin doğru tahmin edeceği ya da bileceği üzere not ilişkisidir. Bu ilişki ise klasik bir alacak-verecek ilişkisi değildir. Ticarileştirilen eğitim-öğretim hizmetini dışarıda tutarak söylemek lazım gelirse, değildir, çünkü ortada alım-satıma konu bir işlem ya da eylem yoktur.

Kamu hizmeti sıfatıyla gerçekleştirilen eğitim-öğretim hizmetinde hocanın, öğrencilerin dersten başarılı olup-olmadıklarını yapacağı sınavla belirlemesi hizmetin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu tespit yapılırken titizlenilmesi gereken en önemli husus nesnel olunması, diğer bir tabirle adil davranılmasıdır. Nihayetinde hoca, icra ettiği kamu görevi dolayısıyla başarılı olan öğrenciyi adil bir değerlendirmeyle tespit edecek; geçmeyi hak eden geçecek, hak etmeyen hak edecek düzeye gelene kadar gayret gösterecektir. Burada en can alıcı nokta hiç şüphesiz değerlendirme ölçütlerinin duygusallıktan uzak belirlenmesi ve aynı şartlarda olan tüm öğrencilere aynı titizlik ve ciddiyetle uygulanmasıdır.

Öğrenci, ağırlıklı olarak henüz öğrenen, öğrenme sürecinde olan bir kimse olması nedeniyle, nesnel bir tutumla yapılsa bile, başarısız olmayı kabul etmek istemez. Bu duruma, yeterli özveriyi ortaya koy/a/mamakla aslında kendisinin sebep olduğu gerçeğini kabullenmekte de zorlanır. Hatta bir adım daha öteye gider, küçük bir not ilavesiyle hocanın, arkadaşları gibi kendisini de geçirebileceğini, böyle yapmakla bir şey kaybetmeyeceğini, hazinesinden bir şeyin eksilmeyeceğini iddia eder ve hatta böyle davranmamakla hocasının kendisine haksızlık ettiğini gizli, açık demeden dillendirir. Kimi zaman bütün nezaket ve ahlâk kurallarını hiçe sayarak hocasının karşısına “Hocam, verseniz ne olur?” diyerek dikilmekte de bir yanlışlık görmez.

Şimdi gelelim meselenin özüne. Öğrencinin talebi, beklentisi üzerine hoca, hak etmediği halde öğrenciye geçer not vermeli midir? Verirse, öğrencinin iddia ettiği gibi hazinesinden bir eksilme olmaz mı? Öğrenci böyle bir talepte bulunmakla ne kadar doğru yapmaktadır?

Sonda söylenilecek olanı başta söyleyelim. Böyle bir talebe, beklentiye hoca olumlu cevap veremez, hiçbir şekilde vermemelidir. Neden veremez, vermemelidir? Öncelikle hazinesinden bir şey eksileceğinden dolayı değil. Çünkü hocanın nesnel bir değerlendirmeyle öğrencisine vermiş olduğu, takdir ettiği not kendi özel mülkünden öğrencisine bir lütfu değildir. Not takdiri devletin hocaya, yaptığı kamu görevi dolayısıyla emanet ettiği bir değerdir. Bu emanet ancak ve ancak hak edene, hak ettiği kadarıyla verilmek üzere kullanılabilir. Yoksa hocanın babasından miras olarak devraldığı veya kendi çalışarak kazandığı bir değer değildir ki, öğrencinin haksız talebi doğrultusunda verildiğinde eksilsin.

Diyelim ki hoca, cahil cesareti cinsinden cüretkâr bir isteğe bağlı olarak ya da böyle bir talep olmamasına rağmen şu veya bu nedenle nesnelliğini yitirdi ve adaletle kullanılmak üzere kendisine emanet edilen not takdir yetkisini istismar etti. Böylesine bir tercihin hukuksuzluğu, ahlâk dışılığı gün gibi ortadadır. Sonuçlarından herkes memnun gözükse bile böylesine bir tasarruf medeni bir toplumun ve merkezinde adalet anlayışının hâkim olduğu bir devletin temeline dinamit koymaktan başka bir şey değildir.

Bir hocanın, not takdir yetkisini istismar etmesi gönül almak, merhametli davranmak şeklinde yorumlanamaz. Aksine davrananı da, gaddarlıkla suçlamak çok yersiz ve yanlıştır. Hoca, böyle bir gönül alma veya merhametli davranma tercihini kendine ait özel mülkü hakkında pekâlâ kullanabilir. Mesela bir öğrencisinin, maddi yetersizliğini gerekçe gösterip kendisinden borç para istemesi durumunda, merhamet duygusunun derinliğine bağlı olarak öğrencisinin istediği rakamın çok üzerinde bir miktar parayı borç olarak ve hatta bağış olarak vermesi mümkündür. Bu anlaşılabilir ve oldukça da güzel bir davranıştır. Ne var ki kendisine, ancak hak edene, hak ettiği kadarıyla verilmek üzere emanet edilmiş not takdir yetkisini, adalet duygusunun tahrip edilmesini göze alarak bol keseden dağıtması kabul göremez. Bu tarz bir davranışın, medeni bir toplumu inşa görevini üstlenmiş, görevinin bilincinde bir eğitimci davranışı olarak nitelendirilmesi de imkânsızdır.

Gelelim öğrenciye. Öğrencinin hakkı olmayanı istemesi, isteyebilmesi, bu eğilimi yaygın bir davranış haline dönüştürmesi, hak arama yolları vasıtasıyla yersiz isnatlarda bulunarak,  olması gerekeni yapan hocasının saygınlığına gölge düşürmeye çalışması, kendisini sorgula/ya/maması ve benzeri davranışları cahil cesaretiyle açıklanamayacak derecede vahim bir durumun göstergesidir.

Öğrencinin bu vaziyeti, onca maddi ve manevi kaynağın heba edildiğinin göstergesi olması bir yana, milletin geleceğini kuracak saf ve temiz vicdanlarda adalet duygusunun yeşertilemediğinin açık kanıtıdır. Bu kanıt da o ülkede eğitim-öğretim kurumlarının, işleyişlerinin ve sorumlularının baştan sona yeniden ele alınması ve yapılandırılması için yeterli şarttır.

Bütün bu hoca-öğrenci denkleminde anlatılmaya çalışılanlar, “Kızım sana söylüyorum gelinim sen işit.” sözünün içeriğinden hareketle bütün kamu görevi/görevlisi-vatandaş denklemine karşılık gelen hizmet alanlarına taşınabilir, taşınmalıdır da. Zira hak edene hak ettiğini vermemek veya hak etmeyene hakkından fazlasını vermek, tersinden de hak etmediği halde hakkından fazlasını isteme fütursuzluğunu göster/ebil/mek tedavisi kaçınılmaz bir sosyal hastalıktır. Çare bulunmadığı sürece de hastanın ölümü bilinen ve beklenen bir sondur.

Konuyu meselenin önemini, olayın hem tarafları hem de içeriği açısından bundan daha güzel açıklama imkânı olmayan bir yaşanmışlıkla nihayetlendirelim. Bedir Savaşı çok çetin geçen bir mücadeleden sonra Müslümanların lehine sonuçlanmıştır. Savaşın bitiminde ganimetler elde edilmiş ve bu ganimetlerin dağıtılması söz konusudur. Ganimetler arasında da bir kılıç vardır. Henüz Peygamberimiz (sav) tarafından dağıtıma başlanmadan önce aşere-i mübeşşereden[ii] olan Sad bin Ebû Vakkâs (ra),  ilgisini çeken bu kılıcın kendisine verilmesini talep eder:

  • Şu kılıcı bana ver ya Resulallah?

Bunun üzerine Peygamberimizin (sav) Sad bin Ebû Vakkâs’a verdiği cevap, yukarıda anlatılmaya çalışılan ilişkilerde tarafların nerede durmaları, nasıl davranmaları gerektiğini zihinlere mıhlamaktadır.[iii] Bu öyle bir cevaptır ki, O’nu (sav) rehber kabul edenleri, günümüz ilişkilerinde gereğini yapıp yapmadıkları hususunda muhasebe etmeye, şayet yapmıyorlarsa bir an önce yapmaya davet eder mahiyettedir:

  • “Ya Sa’d, senin mi ki istiyorsun, benim mi ki vereyim?”[iv]

 

 

 

[i] Replik: Sahne oyunlarında konuşanların birbirine söyledikleri sözlere verilen addır.

[ii] Aşere-i Mübeşşere: Peygamber Efendimiz (sav) tarafından cennete girecekleri daha hayatta iken kendilerine müjdelenen on sahâbî anlamına gelmektedir.

[iii] Mıh: Büyük çivi demektir.

[iv] Bu konu merhum Naci Memiş tarafından Yârân-ı Harput Derneği’nin davetlisi olarak katıldığı 20 Mart 2016 tarihli “Çanakkale Ruhu” başlıklı sohbette zikredilmiştir. Bu vesileyle 28.05.2019 tarihinde vefat eden Naci Memiş ağabeyimize Allah (cc)’tan rahmet diliyoruz. Sohbetin tamamını takip etmek isteyenler https://www.facebook.com/naci.memis.73/videos/443912059409569/ adresinden erişebilirler. Naci Memiş bu sohbetin videosunu kendi sayfasında 18.07.2018 tarihinde “Peygamberimiz Efendimiz ve Fetih Ruhu” başlığıyla paylaşmıştır.

Recep TEMEL
ADMINISTRATOR
PROFILE