Bu Bir ‘Durmuş Hocaoğlu’ Yazısıdır
Merhum Durmuş Hocaoğlu’nun ölümünün 12.senesi (ÖlümTarihi:23 Ekim 2010). Yaşadığı zamanlarda ve maalesef hicretinden sonra da kıymetinin bilindiğini ve eserlerinden faydalanıldığını söylemek mümkün değil. Kim mi faydalanacaktı? Kastımızın avam (aşağılama amaçlı kullanılmamıştır) diye tabir edilen kitleler olmadığı açık. Ne var ki Türk aydınlarının, bırakın Hocaoğlu’nun eserlerini gündemlerini almalarını, haberdar olduklarını söylemek dahi çok mümkün değil, üstelik çocuklarının fisebilllah ve de babalarına layık olmanın mesuliyetiyle eserlerini topladıkları ve bir tık uzaklıktaki durmuşhocaoğlu.com sitesine rağmen.
Kendisini hatırlayanlar ve ardından Fatihalar gönderenler muhakkak ki olmuştur. Bu yeterli midir? Hatırlanmayı ölüm yıl dönümlerinde ruhu için Fatiha okumayla sınırlı tutmaktan çok eserlerinden faydalanarak toplumsal hizmete dönüştürmek ve bu vesileyle amel defterini işler tutmak çok daha anlamlı olsa gerek. Türkler’in bu konuda geçmişte bir meziyet ve maharetleri varsa bile bunu bugün devam ettirdiklerini söylemek üzgünüm ki pek mümkün değil. Bir günle sınırlı anmalar, onlar da genellikle yasak savma kabilinden. Anmak güzel, lâkin anlamadıktan, işe dönüştürmedikten sonra kime, ne faydası var?
Nitelikten ödün vermenin alışkanlık haline geldiği bir zaman diliminde bir münevver, bir entelektüel hele de Türk kimliğini bütün boyutlarıyla özümsemiş ve özümsediklerini hem iddia hem de ispat anlamında sadece Türk ilim dünyasına değil tüm dünyaya çağrı yaparak her zaman ve zeminde tartışmaya açık olduğunu ilan edecek kadar da cüretkâr bir karaktere sahip olan Hocaoğlu’nu ve birikimlerini keşfetmek hazine bulmak kıymetinde olsa gerek. Tabii ki erbabı için.
Bahse konu yaklaşım çerçevesinde Durmuş Hocaoğlu’nun Muhalif Gazetesi’nde[1] yayımlanan birbirinin devamı mahiyetinde üç yazısını dikkatlerinize arz etmek isterim. Bu yazılardan ilki “Devlet ve Meşruiyet, Kut ve Töre”, ikincisi “Cihan Hâkimiyeti ve Üniversalist Devlet Doktrini”, üçüncüsü ise “Fitne, Fesad, Zorba Kuvvet, Hikmet ve Töre” başlıklarını taşıyor.
Hocaoğlu bu çalışmalarında özetle;
Türk devletlerinde yönetim erkinin dayanağının “Kut” kaynaklı olduğunu, yönetilenlerin bu çerçevede iktidara tabi olmaları gerektiğini ve olduklarını; yönetim erkinin “Kut” kaynaklı olmasının mutlak yetki kullanımı anlamına gelmediğini, bu anlamda yönetilenler nezdinde meşrulaştırıcı mahiyetinin yanı sıra, hükümdarı da bağlayan unsurun “Töre” olduğunu vurgulamaktadır.[2] “Kut” sahibi olan hükümdar, “Töre”yi esas almak suretiyle “Üniversalist/Cihanşümul” bir devlet yaklaşımına sahiptir. Özellikle de İslamiyet’in kabulüyle birlikte bu anlayış daha da derinleşmiş ve “İ’lây’ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem” çerçevesinde mana ve muhtevası daha da derinleşmiştir. Nitekim son kertede Osmanlı sultanlarının “Padişah-ı Cihan” unvanlarını kullanmaları bu anlayışın ispatı için kuvvetli bir kanıttır.[3]
Türkler ’in, İslamiyet öncesinde “Kök Tengri” anlayışıyla ilintilendirilerek temellendirilen “Üniversalist” devlet yaklaşımları İslamiyetin kabulünden sonra İslamileştirilerek “Nizâm-ı Âlem” doktrinine dönüştürülmüştür. Bu çerçevede Türkler hem fetihçidir, nizamcıdır ve hem de “töre”lidir. Dolayısıyla “Töre” demek, öncelikle, “Nizâm-ı Âlem” için, Allah tarafından verilen bu yüce vazifenin tahakkuku için şart olan “Hikmetli Düzen” demektir.[4]
Merhum Hocaoğlu bu üç yazısında Türk’ün devlet yönetim anlayışının hangi esaslara dayandığını göstermiş; İslamiyet öncesi ve sonrasının farklılaşmadığını tam aksine bu anlayışın mana ve muhteva olarak zenginleşerek devam ettiğini ortaya koymuştur. Oldukça mühim bu tespitleri yapmakla kalmamış bu iddialarının aksini ileri sürecek olanlara da meydan okumuş ve onlarla medeni her zeminde tartışmaya açık olduğunu kendi lisan ve üslubuyla aşağıdaki şekilde haykırmıştır:
“Ekâbirce konuşmaktan tiksinirim; fakat, Aristo’dan beri, aşırı tevâzuun ya bir gizli istihzâ, ya da bir îtimâd-ı nefsâniye noksanlığı olduğunun bilindiğini müdrîk olarak açıkça meydan okuyorum. Evet; bu yazı açık bir meydan okumadır. Burada serdedilmiş olan fikirlerin aksini iddia eden herkesi, bu sütunlarda veya her türlü medenî ortamda tartışmaya dâvet ediyorum; fikir arenasının tam orta yerinde durarak, fikir arenasında bir fikir gladyatörü gibi kapışmaya yüreği tutan ve kendine güvenen her gerçek gladyatörü – çoluk-çocuğu değil, gerçek şövalyeleri, fikir erlerini – arenanın orta yerine çağırıyorum: Hodri meydan!”[5]
Şimdi merhum Hocaoğlu’nun kendine has üslubuna mı, yazılarındaki mana ve muhteva derinliğine mi, yoksa bir âlim, bir entelektüel olarak yazdıklarına sahip çıkma ve bunların aksini ileri sürecek olanlarla her türlü medeni zeminde tartışma iradesine mi, bir adım ötesinde meydan okumasına mı, yoksa bu meziyetlerin tamamına mı gıpta etmek gerekir, varın siz düşünün?
Ruhun şâd, mekânın cennet, derecen âli olsun ve eserlerin kaldıkça, okundukça, anlaşılıp uygulandıkça amel defterin hep açık kalsın Durmuş Hocam. “Ey Türkler!”[6] şeklindeki canhıraş feryadına muhataplarından henüz cevap yok ama yine de ümitvarız, inşallah geç kalmayız.
[1] Muhalif Gazetesi, Büyük Birlik Partisi’ne yakın bir ekip tarafından haftalık olarak çıkarılmış, bir süre sonra Hür Gelecek ismini almış, bu adla da bir süre daha yayımlandıktan sonra yayın hayatına son vermiştir.
[2] Durmuş Hocaoğlu, Devlet ve Meşruiyet, Kut Ve Töre, Muhalif Gazetesi, Sayı: 20, http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=4760478, Erişim Tarihi:24.10.2022
[3] Durmuş Hocaoğlu, Cihan Hâkimiyeti ve Üniversalist Devlet Doktrini, Muhalif Gazetesi, Sayı: 21, http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=4763136, Erişim Tarihi:24.10.2022
[4] Durmuş Hocaoğlu, Fitne, Fesad, Zorba Kuvvet, Hikmet ve Töre, Muhalif Gazetesi, Sayı: 22, http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=4765794, Erişim Tarihi:24.10.2022
[5] Durmuş Hocaoğlu, a. g. m. Merhum Durmuş Hocaoğlu bir üslup sahibidir. Kullandığı kelimeleri yeni nesillerin anlaması görece zor gibi gözükse de, ilim de derinleşmek isteyenlerin biraz çaba harcamaları durumunda hem bu kelimelerin anlamlarını hem de bu kelimelerle anlatılmak istenenleri rahatlıkla anlayabilmeleri mümkündür. Yoksa yeni nesil anlayacak diye dilde sadeleştirmeler yapmak dili fakirleştireceği gibi, metinleri anlamlarından da uzaklaştırabilecektir.
[6] Merhum hocamızın “Ey Türkler!” başlığıyla 29.11.2005 tarihinde Yeniçağ gazetesinde yayımlanan bu yazısı bir manifesto niteliğindedir. Bakınız Durmuş Hocaoğlu, 29.11.2005, Ey Türkler!, Yeniçağ Gazetesi, http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=3779676, Erişim Tarihi:24.10.2022; Merhum hocamızın bu yazısını esas alarak yaptığımız değerlendirmeleri içeren “Ey Türkler Uyanın Artık!” başlıklı çalışmamıza sitemizden ulaşabilirsiniz. Bakınız Recep Temel, 04.10.2022, Ey Türkler Uyanın Artık!, https://dostmahfili.com/ey-turkler-uyanin-artik/, Erişim Tarrihi:24.10.2022