728 x 90

Ey Türkler Uyanın Artık!

Ey Türkler Uyanın Artık!

Ey Türkler Uyanın Artık!

Merhum Durmuş Hocaoğlu, Yeniçağ Gazetesinin 29.11.2005 tarihli nüshasında bir manifesto olarak nitelediği “Ey Türkler!” başlıklı yazısıyla yaklaşan büyük tehlikelere dikkat çekiyor ve Türkleri aşağıdaki keskin ifadelerle harekete geçmeye çağırıyordu:

“Ey Türkler!

Sizlerde yükselecek güç var, sizde her şey var. Yeter ki gerçek ile sahteyi, gerçek aydın ile propagandistleri ve lobicileri, gerçek lider ile fareli köyün kavalcılarını ayırabilecek (orijinal metinde ayırdedebilecek şeklinde-RT) bir bilinç ve ferasete kavuşunuz; gücünüzü keşfediniz ve iradenizi harekete geçiriniz.”[i]

Peki, Hocaoğlu’nun bu canhıraş feryadına Türkler ne kadar iltifat ettiler. Aradan geçen 15 koca yılda Türkler, davete icabet kabilinden güçlerini keşfedip, iradelerini harekete geçir/ebil/diler mi?

Merhum Durmuş Hocaoğlu, Türklerin çağrısına iltifat edip etmediklerini göremeden 23 Ekim 2010 tarihinde aramızdan ayrılıp dâr’ül bekâya irtihal etti. Türklerden ne yapmalarını istiyordu, hatırlayalım: Türklerin öncelikle gerçek ile sahteyi birbirinden ayıracak bir bilinç ve ferasete kavuşmalarını arzu ediyordu. Aslında bu konudaki duyarlılığı, hayatın her alanının tabir-i caizse hercümerç olduğu/edildiği haklı ve yerinde tespitine/teşhisine dayanıyordu. Bu durum aradan geçen zaman içerisinde bırakın düzelmeyi tam aksine daha da derinleşmiş; öyle ki “At izi, it izine karıştı” deyişine rahmet okutacak bir hale dönüşmüştür. Devlet ve toplum hayatında itibar edilen kurumlar ve değerler bizatihi bu kurumların temsilcileri ve mensupları üzerinden itibarsızlaştırıldı. İtibarsızlaştırılamayanlar ve her halükârda itibarsızlaştırma sürecine direnç koyabilecek olanlar da fail-i meşhut bir şekilde devre dışı bırakıldılar (Meçhul yerine yanlışlıkla meşhut yazılmış değildir. Zira meçhul olan bir şey yoktur. Devlet varsa meçhul bir şey ol/a/maz. Varsa şayet, olan meçhul değil meşhuttur. Sadece birilerinin işine gelmediği için meçhul tutulmaktadır).  Ezcümle Türkler, bırakın bu konuda harekete geçmeyi, yıllar var ki, dinlemekten bıkıp usanmadıkları teraneleri dinlemeyi yeğlemiş/yeğlemekte ve masalcı başlarının o insanı kendinden alan tonlamaları nezaretinde (?!) mışıl mışıl uyu/tul/mayı tercih etmişlerdir.

Türkler, ikinci olarak ne yapacaklardı? Gerçek aydın ile propagandistleri ve lobicileri birbirinden ayıracaklardı değil mi? Mekânın cennet olsun mübarek insan. Ne kadar iyi niyetliymişsin. O kadar ki, Türklerin okumaya, yazmaya, okuyana, yazana kıymet atfettiğine öylesine inanmışsın ki, böyle bir ayrımı yapmalarını istemişsin. Merhumun bu iyi niyeti, olsa olsa Türklerin vakt-i zamanındaki ilme ve âlime olan muhabbetlerine tefsir edilebilir. Yoksa Türklerin modern zamanlarda (?!) ilme olan kayıtsızlığının ne derece tavan yaptığının ayne’l yakîn tanığı bizatihi kendisiydi.

Peki, Türkler gerçek aydın ile sahte olanını birbirinden ayırabildiler mi? Ya da ayırabiliyorlar mı? Bu suale gönül rahatlığı içerisinde evet cevabını vermek ne yazık ki mümkün değil.  Daha da vahimi sahtesinden tefrik edilebilecek, tabir-i caizse aydın kimliğini bileğinin hakkıyla kazanmış aydınlarının olup olmadığı da ciddi bir merak konusu. Varsalar bile, neredeler, sesleri niçin çıkmaz?

Diğer taraftan bilginin ihtiyaç olmadığı bir toplumda aydın olmanın da geçer akçe olmaması anlaşılabilir bir durumdur. Halk irfanının yerinde tespitiyle “Güzel ile zenginin rağbet gördüğü” bir piyasada aydın olmak, mesuliyeti taşınması oldukça ağır bir külfet olsa gerek. Bu meyanda Türkler, meşakkatli ancak kalıcı olanı talep etmekten ziyade pratik aklı kullanarak kendilerini hedefe vardıracaklarını düşündükleri sahteleriyle yol yürümeyi tercih ettiler. Esasında bu vaziyet doğal bir durumdur. Aslı dururken sahtesine rağbet ediyor olmanın ya da aslını ortaya çıkarmanın bedelinden kaçınmanın kaçınılmaz bir yansımasıdır, Türklerin yaşadıkları. Diğer bir deyişle Türklerin yaptığı, dost meclislerinde “Bir yanlışlık yaptığında, seni kılıçlarımızla düzeltiriz.” celallenmesinden, iş başa geldiğinde “Sen, ne dersen o olur Abi” ucuzluğuna teslim olmalarıdır.

Son olarak Türkler, gerçek lider ile fareli köyün kavalcılarını birbirinden ayıracaklardı. Öyle bir bilinç ve feraset ehli olacaklardı ki, varlığını milleti adına feda edecek olanla, kerameti kendinden menkul olanı tereyağından kıl çeker gibi ayıracaklardı. Maalesef bu da olmadı. Türkler, son 200 yıldır içerisine girmeye çalıştıkları Batı kültür dairesinin yönetim anlayışını özümseyemediler. Özümseyemedikleri gibi kendi inanç ve kültür kodlarından da koptular. Dâhil olduklarını ileri sürdükleri yönetim anlayışının şekil şartlarında gösterdikleri başarıyı, kendi inanç ve kültür kodlarındaki bolca referansa rağmen tatbikatta sergilemekte acze düştüler. Sosyal, dinî, iktisadî, siyasî, ilmî vb. organizasyonlarında, referansları hilafına, sorgulamaktan ziyade mutlak itaati, şeffaflıktan ziyade gizemi, meşveretten ziyade tek sesliliği öne çıkardılar. Esasında bu anlayış, dün eleştirdikleri ve söz sırası kendilerine geldiklerinde yapmayacaklarını taahhüt ettikleri hastalıklı bir anlayıştı. Çabuk unuttular, onlar da haklı olmanın gücünden, güçlü olmanın haklılığına tenzil-i rütbe eylediler. Ve anlaşıldı ki Türkler, merhum Hocaoğlu’nun beklediği üzere gerçek lider ile fareli köyün kavalcılarını birbirinden ayırabilecek bilinç ve ferasete hal-i hazırda sahip değildiler.

Bütün bu menfi durumlar muhakkak ki Türkleri değersiz kılmaz. Hele tarihte üstlenmiş oldukları misyonu tekrar kuvveden fiile geçiremeyecekleri anlamına hiç gelmez. Canımızı sıksa da yeise kapılmaya sebep sayıl/a/maz. Tam aksine merhum Hocaoğlu’nun yaklaşık 15 yıl öncesinden dikkat çektiği noktalara, yaşanan acı tecrübelerin ışığında alıcı bir idrakle bakmayı gerekli kılar. Lâkin gelinen noktada, “Türkler buna mecburdur” demek artık çok hafif kaçacağından “Türkler, buna mahkûmdur” demek daha yerinde olacaktır. Bu şartlarda sadece hitabımız değişecek; “Ey Türkler” hitabı yerini “Ey Türkler Uyanın Artık”a bırakacaktır.

 

EY TÜRKLER UYANIN ARTIK!

 

 

[i] Muazzam tespitleri havi bu yazının tamamı için bakınız http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=3779676, Erişim Tarihi:02.12.2019. Bu vesileyle 23.10.2022 tarihinde aramızdan ayrılışının 12. Yılını idrak edeceğimiz Durmuş Hocaoğlu Hocamıza Allah (cc)’tan rahmet diliyoruz. Evlatlarına da merhum babalarının eserlerine ulaşılabilecek web sitesini muhafaza ettikleri için teşekkürlerimizi arz ediyoruz.

 

 

Recep TEMEL
ADMINISTRATOR
PROFILE