Ekmek Kadar Kutsal ve Onun Kadar Sıcak
Ekmek bizim kutsalımız. Bu necip millet onun zerresini görse ayakaltında, yerden kaldırmakla yetinmez, dudaklarıyla bir buse gönderir o tertemiz nimete, sonrasında ise alnına götürerek hürmetine tanık kılar o alnı. Bununla da tamamlanmaz ekmeğe gösterilen hürmet ritüeli. Ayaklar altında başlayan süreç, başlar üstünde bir yere tazimle bırakılarak nihayetlendirilir.
Toplumları millet yapan; dinleridir, gelenek ve görenekleri, âdetleri kısacası ahlaki geçmiş ve gelecekleridir. Gelecekleridir diyorum çünkü inanıyorum ki milletler, mensupları olan bireylere geçmişten geleceğe verdikleri mesajlarla ayakta kalabilirler. Her biri sinsice tuzaklarla donatılmış badireleri kolaylıkla bu güçle aşabilirler.
Ve yine yürekten inanıyorum ki, milletlerin gelecekle ilgili söyleyecekleri ve iddialarını yerli yerinde dillendirebilecekleri söylemleri olmalıdır. Bu anlamda yaşanabilecek her türlü tıkanıklık ve verimsizlik toplumların kaçınılmaz bir sona sürüklendikleri ile bilgi verir bizlere.
Bu kadar sözden sonra demem o ki gelecek nesillerinizin ekmekle olan temasını keser ve ona yeterince saygı göstermeyen insanlar yetiştiriseniz, bereketsiz günler de sizi bekler.
Dinin kutsalından, gelenek ve göreneğin sıcaklığından, törenin kuşatıcılığından, bayrağın ihtişamından, toprağın bereketinden nasipsiz nesiller ağlamanın, gülmenin kardeşi olduğundan habersiz bir damardan beslenir ki, sonrasında görünür bir felaket sizi mütemadiyen takip eder.
Dilerseniz, meramımızı anlatma kabilinden ekmeğin sıcaklığını buram buram hissettirecek bir paylaşalım ve ahlakın sesine kulak verelim: Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı: – “Biraz bekleyeceksin hocam” dedi.
– İki, üç dakikaya kadar çıkartıyorum. Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgâhına yaklaşarak: – “Ekmeklerimi alayım” dedi.
– Benim ikizler acıkmıştır. Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgâhın altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden dört, beş tane çıkardı. Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgâhın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu. Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum:
– Neden taze ekmeği beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!
– “Bayat ekmekleri kendisi istiyor” dedi fırıncı.
– Çok fakir olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum bu ekmekleri.
– “Kim bu adam?” diye sordum.
– “Kore gazilerinden ” dedi fırıncı.
– Oğluyla gelini bir trafik kazasında vefat edince, ikiz torunlarını yanına almış. Yıllardır onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla. Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum. – “Aradaki farkı ben vereyim” dedim.
– Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler. Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu. – “Çok şanslısın hacı amca” dedi.
– Çocuklar için sana bugün pasta gibi ekmekler vereceğim. Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı göğsüne bastırırken. – “Allah, senden razı olsun evladım” dedi.
– Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun? Vicdan bu toprakları terk etmedikçe ümidimiz de var olacak bu topraklar adına ve ekmeğin kutsallığı ona has bir bereket ve sıcaklıkla sarıp sarmalayacak bizleri. Ahlak ve vicdan ellerinizi bırakmasın…