On Bir Ayın Sultanı…
On bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif’e ulaşabilenlere ne mutlu. Yine, yeni bir Ramazan coşkusuna erişmemizi sağlayan Yaradan’a şükürler olsun. Ramazan muştularla dolu bir ay. Anlayabilene elbette. Ne dersiniz hep birlikte anlamaya gayret edelim mi? Nedendir bilinmez Ramazan ayını idrak etmeye çalışırken, zihnimde oluşan ilk düşünce daima “paylaşım” kavramı olmuştur. Bilindiği üzere fırsatlar, bir ganimettir biz insanlar için ve on bir ayın sultanı olarak anlam bulan Ramazan bizlere bu fırsatı her zaman fazlasıyla tanımıştır. Modernite, bugüne değin bireyci yaklaşımı her fırsatta parlatıp günümüz insanının önüne iştah açıcı bir nimetmişçesine servis etti. Bahse konu olan felsefi açılım, birey olmayı daima yüceltmiştir. Bunun bir adım sonrası ise birey için toplum içinde yalnızlaşmak olarak gerçekleşmiştir çoğu zaman. Daha sonrasını düşünmek bile istemem. Konunun uzmanı filozoflar; sadece bireyin mutlu olmasının kurgulandığı sistemleri, domuzun da sadece kendisini düşünmesinden hareketle “domuz felsefesi” olarak adlandırıyorlar. Hatta fikir ve yorumlarını çok daha ileri boyutlara götüren düşünce adamları “bu, ahlak felsefesi değil, şehvet felsefesidir” tespitinde bulunuyorlar. Bence içinde bulunduğumuz zaman, bireyi kutsayan öğretiyi terk edip toplumsal barışa yelken açma zamanıdır. Ramazan, insanlara bu fırsatı her yıl tekrar tekrar sunar. Çok cömerttir Ramazan ayı bu anlamda. Gönül telini titreten bir dönemin adıdır o. Ramazan, ona ulaşan ve hakkını verme noktasında samimi olan bireylerin gönüllerine ve vicdanlarına ter attırmalarının beklendiği bir dönemdir. Normal şartlarda bir araya zor gelebilen, sevinç ve ürperti duyguları çok iç içedir bu zaman diliminde. Bu bağlamda Ramazan, zamana anlam derinliği katan bir sevgi yumağı olagelmiştir yüzyıllardır. “Kral da dilenci de aynı iştahla acıkırlar” diyebilen Montaigne, ah bir de Ramazan’ı yaşamış olsaydı, devamında daha anlamlı nasıl cümleler kullanabilirdi, kim bilebilir? Hakikati her zaman ve her koşulda, iflah olmaz bir şekilde arayan insanlar, kendilerini Ramazan ayında çok daha iyi hissederler. Bunun temel nedenlerinden birisi de toplumun birbirleriyle barışık bir paylaşım asaleti oluşturmuş olmasında yatmaktadır. Paylaşmak ise acıları azaltır. Gözyaşları bile bu anlamda paylaşılır ve üleşilir. Ağlamak, gülmenin kardeşidir. Ağlamasını bilmeyen, gerçek anlamda gülemez ki zaten. Ne dediğimi, en iyi yürüyüşü bile terbiyeli olan adamlar anlayacaktır. Ve en çok onlar ağlayacaktır. Nedendir bilinmez, ben; bu köşeyi takip eden gönül dostlarını hep bu kategoride değerlendirmişimdir. “Yola birlikte gidilir” der Hacı Bektaş Veli Hazretleri çağların ötesinden süzülüp de gelen destansı anlatımında. “Paylaşımı” yaşamak ile sürekli paylaşmaktan bahsetmek farklı şeylerdir aslında. Buna çok dikkat etmek gerekmektedir, hassas bir konudur. Ben, bu yolun takipçilerinin hizmetkârıyım. Paylaşımın asaletini, bencilliğin çirkinliğine değişmeyen insanları bir ömür boyu başımın üstünde taşımaya ise her daim talibim. Sağlıklı bir iç sorgulama yaptığınızda, vicdanınızla bir an olsun baş başa kaldığınızda, yaşamı boyunca insanın sahip olabileceği en önemli erdemin, paylaştığı değerler ve kıymetler olduğunu anlayabilenlere ne mutlu. Onlara gıpta ediyorum. İşte o yüzden, “paylaşabildiğin senindir” sözünü hep çok önemsemiş ve baş tacı etmişimdir. İnsanoğlunun yaşam serüveninde “karşılıksız vermek” ve sadece Allah’ın rızasını dilemek en büyük erdem olsa gerek. İşte bu yolun en büyük yıldızı Hz. Ali’den göz kamaştırıcı bir tavır: Bir gün Hz. Ali ve yardımcısı ticaret amacıyla çıktıkları seyahatten hurma yüklü develerle dönmektedirler. Karşılarına bir fakir çıkar ve durumu izah ettikten sonra yardımcıdan bir miktar hurma vermesini talep eder. Yardımcının bu talebi, ağırdan alan hareketlerle geçiştirmeye çalıştığını fark eden Hz. Ali sorar:
– Neden adamcağızın istediğini vermiyorsun?
Yardımcısı hürmetle cevaplar Hz. Ali’yi ve aralarında şu diyalog geçer:
– Efendim, hurmalar çuvalın içinde.
– O halde, çuvalları da ver.
– Ama çuvallar devenin üstünde.
– O zaman deveyi de ver.
Şaşkınlığını gizleyemeyen yardımcı, korkuya kapılır.
– “Devenin ipinin benim elimde olduğunu söylemeye dilim varmadı, korktum” der olayı sonradan paylaştığı arkadaşlarına.
“Gece neye gebeyse onu doğurur” der Hz. Mevlâna. Ramazan ayının mükellefiyetlerinden hemen sonra bayramın getirdiği güzelliklerin paylaşımını da bu anlamda değerlendirmek ve yaşamak mutluluk vesilesidir bizler için. Bu müstesna zaman diliminde tanık olunan yaşanmışlıkların, gelecekte bu milleti bekleyen güzel ve paylaşımcı günlerin habercisi olacağına yürekten inanıyorum. Değerli dostlarım, vicdanlı olmak ve paylaşmak için zaman seçmeyin. Önümüzdeki Ramazan’ı ise asla beklemeyin. Her birimiz için yarın çok geç olabilir. Pişmanlığın fayda vermediği günlerde pişman olmamak için gönülleri toprağa serme vaktidir.
Ramazan Bayramı erişmeden, verilmesi gereken zekâtı hesap eden, bu ülkenin sözü altın, susuşu intihar olan bireylerine dostça ve edeplice seslenerek tamamlayalım bu seferki muhabbetimizi:
Unutmayın, zekânın da zekâtı vardır.