Uçan Üniversite
Başlıkta yer alan “Uçan Üniversite” kavramı Polonyalıların; varlıklarına kast eden, kendilerini tarih sahnesinden silmeye niyetli düşmanlarına karşı eğitim ve kültürel alanda büyük bir gizlilik ve disiplin içinde verdiği destansı mücadelenin simgeleşmiş halidir. Ve benim gündemime Sayın Ümit Şimşek’in Akıl Fikir yayınlarından 4. baskısı 2019 yılında yayımlanan “Bir Polonya Klasiği Uçan Üniversite” adlı eseriyle temas ettikten sonra girmiştir. Kaleme aldığımız yazı bağlamında amacımız bu değerli çalışmayı odağımıza alarak kendi ülkemiz ve gençlerimiz adına konu ile ilgili bazı dersler çıkarmaktır.
Yukarıda da değinmeye çalıştığım gibi Uçan Üniversite, Rusların ve Almanların Polonya kültürünü tümüyle tarihten silme çabalarına karşı Polonyalıların toplumsal bir şuur halinde eğitim ve kültür alanında giriştikleri bir başkaldırı hareketidir.
Kısa bir tarihsel araştırma gerçekleştirdiğinizde görürsünüz ki Polonya yüzyıllar boyunca rahat bir nefes alma imkânı bulmadan defalarca parçalanmış hatta bütünüyle haritadan silindiği zamanlar dâhi olmuştur. 19. yy. girerken Polonya adını taşıyan bir devlet yoktur mesela. Üç komşusu (Rusya, Prusya ve Avusturya) arasında peş peşe üç defa paylaşılmıştır.
Polonyalılar, yüz yılı biraz açan bir zaman içerisinde en az dört ayrı sömürgeci güç karşısında mücadele etmişler. Bu mücadeleler sırasında pek çok defa, yardım umdukları yerlerden hıyanet görmüşler: Napoleon onları bağımsızlık vaadiyle savaştan savaşa sürmüş; Avrupa ülkeleri ise Polonya’nın paramparça edilişini kayıtsız gözlerle seyretmiş. ABD ve İngiltere, Nazi işgalinden henüz kurtulmuş Polonya’yı Sovyetlerin ayakları altına sermiş. Zamanın en güçlü devletleri ile karşı karşıya geldiklerinde, Polonyalıların, kendilerinden ve kendi milli değerlerinden başka güvenebilecekleri hiç kimse yokmuş.
Bu bağlamda şair ve tarihçi olan Fransız Dışişleri Bakanı Lamartine’nin sarf ettiği “ölüler dirilmez” sözü Polonya’nın o dönemde içinde bulunduğu durumu açıklama noktasında ibretlik bir ifade olarak tarihteki yerini almıştır.
Polonya’da işgal yıllarında devletin kontrolünde olan okullar amansız bir Rus denetimi altındaydı. Polonya dilini konuşmak teneffüslerde bile yasaklanmıştı. Ancak yasağı kimsenin dinlemeye niyeti yoktu. Şiddetli takipler, çok geçmeden, bazı okullarda “çifte müfredat” şeklinde bir uygulamayı gündeme getirdi. Bu müfredattan biri resmi makamlara gönderiliyor, diğeri ise okullarda uygulanıyordu. Koridorlardaki ani bir hareketlilik, dersin ortasında çalan bir zil gibi, önceden üzerinde anlaşışmış bir işaretle beraber dersin dili de, Rus müfettişi karşılamaya hazır hale geliyordu. II. Dünya Savaşı’nın en hararetli günlerinde, gestaponun burnu dibinde, orta öğrenim düzeyinde iki bin okul faaliyet gösteriyor ve bu okullara yüz bin öğrenci devam ediyordu. Yer altı okullarına ilgi o derece yoğundu ki, Varşova’nın bazı bölgelerindeki öğrenci sayısı, savaş öncesini üçe katlayabiliyordu. Bütün öğrenim seviyeleri dikkate alındığında, Savaş yıllarındaki gizli öğrenci sayısı bir, bir buçuk milyon arasında tahmin ediliyordu.
Naziler, Polonya’yı işgal ederken, amaçlarının Yahudilerle beraber Polonya ırkını da 1975 yılına kadar bütünüyle yok etmek olduğunu ilan etmişlerdi. İşe, aydınları sistemli bir şekilde ortadan kaldırmak ve Polonyalıları eğitim imkânlarından yoksun bırakmakla başladılar. Himmler, “Bir Polonyalı beş yüze kadar saymayı, kendi adını yazmayı, bir de Almanlara itaatin Tanrı buyruğu olduğunu öğrensin; bu kadar eğitim ona yeter” diyordu. Ama Polonyalılarda böyle bir durum karşısında hazırlıksız değillerdi. Sömürgeci ülkelere karşı kültürlerini koruma konusunda, eski deneyimlerine ek olarak, şimdi kısa da sürmüş olsa bir devlet örgütlenmesine sahiptiler.
1883’teki kuruluşundan itibaren, orijinal haliyle, 1905’e kadar hizmet veren Uçan Üniversite sadece kızlara yönelik bir eğitim örgütü olmamasına rağmen katılanların çoğunluğunu kızlar teşkil ediyordu. 1889-1890 öğretim yılında Uçan Üniversite’ye kayıt yaptıranların sayısı bini buldu. Sınıflar da artık apartman dairelerine sığamaz hale gelmişti.
Uçan Üniversite tecrübesi sadece Polonya tarihinde değil dünya için de gelecekte büyük önem arz eden insanların yetişmesine vesile oldu. Bu bağlamda II. Dünya Savaşı yıllarında Polonya’nın yeraltı okullarında eğitim gören dünyaca ünlü isimlerden biri ve belki en önemlisi bizim de yakından tanıdığımız Papa John Paul II (Karol Wojtyla) idi. Karol, Nazi işgalinden önceki sene Krakow’a taşınarak üniversiteye kayıt olmuş ve tiyatro eğitimi almaya başlamıştı. Gestaponun Krakow Üniversitesi’nden yüz kırk dört Profesör ve Yardımcı Profesör ile bir kısım öğrencileri alıp toplama kamplarına götürmelerine tanık olduğunda, on dokuz yaşındaydı. “Onlardan hiçbiri geri dönmedi” diyecekti Papa yıllar sonra o günleri buğulanmış gözlerle anlatırken. İşgali takiben üniversite yağmalandı ve kapatıldı; Karol da diğer arkadaşları ile beraber yeraltına indi. Bundan sonraki on sekiz ay boyunca gündüzleri taşocağında çalışan Karol, geceleri evlerde, tavan aralarında, kiliselerde, diğer arkadaşlarıyla beraber kaçak üniversite derslerine katılmıştı.
Polonyalılar yüzyıllar boyu süren var olma mücadelelerini genç nesillere dillerini ve tarihlerini unutturmamak adına gizli bir örgütlenmeyle mücadele etmelerine yani “Uçan Üniversite” ile sağlamaya çalıştılar. Bunu başarırken cesur, bilgili ve kendilerini ülkelerine adamış üniversite hocalarına ve öğrencilere sahiptiler. Uçan Üniversite’nin en önemli özelliklerini ise; gönüllülük, cesaret, milli şuur aşılaması ve kalite hasletleri meydana getiriyordu. “Cesareti olmayan öğretmen olamaz” ifadesi uçan üniversite döneminde çekilen sıkıntıları göz önünde bulunduran Polonyalıların kendi aralarında çok dillendirdikleri bir sözdür ve ilham vericidir.
Bazıları bu günlerde Polonya’yı “Amerika’nın batmayan uçak gemisi” olarak tanımlıyor. Umalım ki bu dönem de geçici bir şaşkınlık dönemi olarak geçip gitsin. Polonyalılar hafızalarını sağlıklı bir şekilde tazeleyerek tarihlerinde bolca görülen sıkıntılardan yine ve yeniden sıyrılsınlar.
Ve bizler; özellikle gençlerimiz, kendilerine sunulan her türlü nimetin farkına biraz daha varsınlar. Ve bu türden imkânlara sahip olmanın hakkını bu günden versinler. Geleceğin büyük Türkiye’sini inşa etme yolunda koşar adımlarla ilerlesinler.